Sunday, September 02, 2012

Film: 360

Afişe filmi bir tür Love Actually sanmamızı sağlayacak, insanları yanlış yönlendiren bir slogan yazılmış :( 


Son yıllarda popülerleşen, özellikle Güney Amerika'lı yönetmenlerin başarılı örneklerini ortaya koyduğu "farklı öykülerin kesişmesi, ufak olayların büyük kelebek etkisi" konulu filmlerden biriyle karşı karşıyayız. Bu kez yönetmen Fernando Mirelles, film ise 360. Yönetmenin önceki filmlerinin gölgesinde kaldığından olsa gerek, 2011 filmi olmasına rağmen yeni izleyebiliyoruz.

Fernando Meirelles'in IMDB'deki şirin fotoğrafına güvenip sevimli filmler izleyeceğinizi sanmayın. City Of God ile ödülleri toplayıp, ağızları açık bırakan Fernando abimiz Constant Gardener ile büyük şirketlerin ikiyüzlülüğü konusunu başarılı bir şekilde ele almıştı. Arkasından Jose Saramago 'nun Körlük eserinin uyarlaması geldi: Blindness. Saydığım üç filmin de etkileyici oluşu, yeni film için iyi bir referans oluşturuyordu. Üçünde de yürek burkan, üzen ve isyan ettiren ayrıntılar başarıyla işlenmişti. 360 ise bu çizgiden biraz uzaklaşıyor. Sanki daha umutlu...

Yönetmenimiz 1964 yılı filmi La Ronde'den esinlenmiş. La Ronde'nin Jane Fonda'lı, Anna Karanin'li bir "aşk çemberi" filmi olduğu gözönüne alınırsa, yönetmen konuyu çok başka bir boyuta taşımış diyebiliriz. Filmin daha ilk sahnesinde fahişelik yapmak zorunda kalan Slovak kızla tanışıp gerilmeye başlıyoruz. Kız müşterisine doğru giderken biz de diken üzerindeyiz. Öyle ya, bu tip filmlerde hep acıklı olaylar yaşar karakterler... Herkes pisliktir, suçlu olmaya meyillidir. Burada devreye giren İngiliz müşteri ile başka bir öyküye göz ucuyla bakıyoruz. Derken film yavaş yavaş herkesin birbiriyle ilintili olduğu bir öyküler yumağına dönüyor. 

Karşımıza çıkan hemen her oyuncunun tanıdık olduğunu söylemekte fayda var: Moritz Bleibtreu, Jude Law, Rachel Weisz, Jamel Debbouze, Anthony Hopkins çoğunluğun hayran olduğu isimler. Slovakya kısımları içinse Slovak ve Çek oyuncular yani "yerelde popüler" oyuncular tercih edilmiş.

Güzel bir giriş yapılmış, ilk birkaç öykü hiçbir sıkıntı olmadan birbirine bağlanıyor. Merakla ne olacağını anlamaya çalışıyoruz. İnsanları yargılama konusunda da yeni dersler veriyor. İlk bakışta "Ne iyi aile babası" dediğimiz karakterin "aldatan eş" çıkması veya "pislik mafya" dediğimiz adamın "temiz kalpli aşık" çıkması gibi ufak ters köşeler var. Kimin doğru, kimin yanlış davrandığını düşünürken öyküler düğüm oluyor. Sonlara doğru melodrama iyice yaklaştığımızda ise bize umut vermeye karar veriyor. 

Bir iki kısım havada kalmış, gereksizce monte edilmiş, kıssadan hisse vermek veya büyük oyuncuyu harcamamak adına kesip atılamamış gibi. Gerginlikle beklediğimiz sonuçların hep umutlu hatta mutlu sonlara bağlanması bu tür filmlerde alışkın olmadığımız bir bakış. Üstelik dünyanın pisliğinin bu kadar içinden konulara bulaşıp (mafya, kadın tacirliği, çocuk tacizi gibi) yine de umut vermeye devam etmesi belki de filmin notunun bu kadar düşük olmasının bir nedeni. Rahatsız edici konuların bu kadar etrafından dolanmak, olumlu hisler bırakmak yerine, yönetmeinin cesaretsizliği gibi görünüyor. Yani ne neşe veriyor, ne üzüyor, ortada ve şaşkın bırakıyor seyirciyi.

Filmde geçen "Sadece fakir hayalperestler kitap okur" cümlesi zihnimde yer etti. Filmi bu "öykücük" ile hatırlayacağımı düşünüyorum. IMDB'deki 5.8'lik görece düşük puanına aldırmadan, iyi oyuncular ve iyi yönetmen adına izlenebilir. 

No comments:

Post a Comment